Türkiye’de yaklaşık 12.000 politik mahkum cezaevlerinde bulunmaktadır. Bunlar; sendikacılar, üniversite öğrencileri, Kürt belediye başkanları, milletvekilleri, akademisyenler, avukatlar vb. Bunlara toplumun çeşitli alanlarından olan aktivistlere açılan davalar da eklenebilir. Neredeyse her politik gösteri veya eylem tutuklamalar ile sonlanıyor. Çoğu aktivist hakkında yapılan suçlamaların Türk hukukunda bile hızlı bir şekilde çürütebilecek durumu var iken, mahkemeden beraat kararı alana kadar yaklaşık 2 sene cezaevinde kalıyorlar.
Türkiye’de nasıl bir değişim var?
Türk burjuvazisi 2000 yılındaki ekonomik krizden sonra göreceli bir istikrara ulaştı. Çoğu şirketler yağmalandı ve sonrasında özelleştirildi. Aynı zamanda Anadolu’daki burjuvazi devlet çapındaki gücünü sağlamlaştırdı. Türk ordusunun üstünlüğü de bu arada sona erdi, bu durum tarihsel sınıflar arasındaki güç dengesini yarattı. İstanbul burjuvazisi cumhuriyetin kuruluşundan beri ordu ile uyum halindeydi. Türk devlet mekanizması Ermeni halkının ve Pontus Rum halkının katledilmesininden ve özel mülkiyetlerinin Türk burjuvazisi arasında dağıtılmasından sonra ortaya çıkan zayıf Türk burjuvazisinin çıkarlarını savunuyordu. Askeri mekanizma ve devlet bürokrasisi bu kapitalist sistemi bonapartist bir yöntemle yönetti.
Kürt halkının direnişinin çıkardığı gerçek Türk ordusunun politikası anlamsız ve etkisiz olduğudur. Kürtler „dağ Türkü“ olmamakla beraber, kendilerini asimile etmeye yönelik olan politikaları reddettiler. Türk burjuvazisi Kürtleri eğer „kollektif“ haklar açısından başka talepler gelmediği takdirde „Kürt“ bireyler olarak kabul edeceklerini belirttiler. Türk burjuvazisi her defasında gündeme getirdikleri Musul ve Kerkük’ü işgal edebilmek için askeri gücün yeterli olmadığının farkına vardı. Bu sebepten dolayı Türk burjuvazisi hem özellikle Güney Kürdistan’da(Irak) kendi ekonomik çıkarlarını güçlendirecek hemde böylelikle ayrılıkçı Kürdistanı(Türkiye’deki) baskı altına alabilmek için bir çözüm bulmayı denedi.
Şimdiki iktidar partisi AKP(Adalet ve Kalkınma Partisi) ekonomik başarısızlığın ve askeri fiyaskonun sorumlusu olarak devlet mekanizmasını tuttu. Darbeyi eski devlet ve askeri mekanizmanın korkunç ve sapık fikirleri olarak yargılamayı seçti. Halbuki hem askeri mekanizma hem de AKP Türk burjuvazisinin çıkarlarını değişik yöntemlerle güçlendirmişlerdir. Bundan dolayı şimdiki politikanın bonapartist rejimdeki eski politikadan içerik bakımından farkı yoktur. Cezaevleri dolduruldu, sendikalaşma polis ve yargının yardımıyla engelleniyor, tüm siyasi aktiviteler yakından izleniyor ve cezalandırılıyor. Bu durum o kadar ileri gitti ki, futbol statlarındaki amigoların stadyumlarda topluluğu ifade etmesinden dolayı kaldırılması bile gündemdeydi. Her gün kadın cinayetleri işleniyor. Koca şiddetlerinden dolayı polise sığınan kadınlar çoğunlukla evdeki şiddete geri gönderiliyor. Türkiye’deki LGBT çevresinin yaşadığı sorunlar daha şiddetli ölçüde. Bu çevreden çoğu kişi seks işçiliğini yapmaya zorlanıyor, istismar ediliyor ve barbarca katlediliyorlar. Hakem Halil İbrahim Dinçdağ homoseksüel olduğunu açıklamasından dolayı işini kaybetti ve men edildi hakemlikten. 2009 yılından beridir işsiz durumda kendisi.
Bilimsel eğitim irrasyonel ve dini eğitim ile rekabet edecek konumda değil. Muhalif gazeteciler çabucak işlerinden oluyorlar. Her entellektüel bireyin cezaevi ve mahkemeler ile geçmişi bulunuyor. Türkiye kolonyal bonapartizmden demokratik geçis olmadan kolonyal islami-muhafazakar rejime geçiş yapmıştır. Türk burjuvazisi, Türkiye’deki insanların temel haklarını (LGBT ve kadınların yaşam hakları, fikir ve örgütlenme özgürlüğü) sağlayacak durumda değil. Bu haklar işçi sınıfı uğrunda mücadele ettiği takdirde kazanılacaktır. Bunu sadece işçi sınıfı başarabilir, çünkü o zaman nesnel çıkarları mülkiyet durumunun aşılmasında yararlı olabilir, ancak işçi sınıfının temel hakları garanti altına alındığı zaman. Örneğin; bir grevi organize edebilmek için bir yandan örgütlenme özgürlüğü için mücadele edilmeli, öte yandan grevciler arasında ayrımcılık söz konusu dahi olmamalı. Bu Türkiye’deki işçi sınıfının birliğini mümkün kılacak tek şanstır.
Bu tutuklamalar ve uzun hapis cezaları ne anlama geliyor?
AKP kendi politikasına yönelen bütün eleştirileri önlemektedir. Buna rağmen Türkiye’de sert bir ayaklanma var. 2012 1 Mayıs’ında Taksim Meydanında yarım milyon insan vardı. Kürt bölgelerinde öldürülme tehlikesine rağmen on binlerce eylemci sokakta. Hükümete karşı gerçek muhalefet bugün sadece sokakta mümkün.
BDP militanlarına karşı KCK adı altında geniş kapsamlı bir dava sürmekte. BDP’nin 5000’in üzerinde militanı bu davadan dolayı tutsaktır. Bunun yanında KESK davasında da birçok sendikacı mahkumdur.
Aynı zamanda Devrimci İşçi Partisi sözcüsü ve avukat Şiar Rişvanoğlu da bu baskıdan nasibini aldı. Rişvanoğlu Adana’da sol seçim bloğundan milletvekili ve belediye başkan adayıydı. Oyları geçen seçime oranla neredeyse iki kat artırdı. “Fikir gerillası” olarak anılan İsmail Beşikçi gibi bir çok entellektüelin ve militanın da davalarda savunuculuğunu yaptı. Şiar Rişvanoğlu’na karşı aynı anda üç dava sürüyor. Şimdilik bir davanın yargısı sonuçlanmış durumda: Roj TV’de katıldığı bir programda söylediklerinden dolayı 2 yıl 4 ay 3 gün ile cezalandırıldı. Böylece Türk devleti, sol ile Kürtlerin seçin bloğunun öcünü almakta. Türkiye’de birçok militanın karşı karşıya kaldığı PKK propagandası yapmakla suçlanmaktadır.
Türkiye’de ve diğer ülkelerde Şiar Rişvanoğlu ve diğer politik mahkumlarla dayanışmak bir gerekliliktir. Türkiye’de ve Kürdistan’da işçi sınıfı bu tutuklama dalgasını ancak uluslar arası ölçekte durdurabilir. Bunun için ilk adım Türkiye’deki bütün politik mahkumların kurtuluşu için gruplara ve bireylere bu mücadelede hareket edecek bir komite çağrısıdır.
Devrimci Enternasyonalist Örgüt
*Almanya’da Devrimci Enternasyonalist Örgüt adı altında faaliyet yürüten yapının web sayfasında Almanca olarak yayınlandı: www.klassegegenklasse.org